30 Eylül 2017 Cumartesi

Çok güzelmişsin be yavrum

- Sizden düştü galiba
- Evet benim defterim, teşekkür ederim.
- Rica ederim.
- Sanırım iyi birisinin eline düşmüş yoksa çalınabilirdi.
- İçerisinde banka şifreleriniz var galiba
- Henüz değil.
- O halde hayallerin?
- Gülmeyeceksen, evet!
- (Güler)

Hiç dikkat etmezdim ceketimin kırışıklığına ya da uzunluğuna. Akşamdan nasıl hazır olursa sabaha öyle çıkardım işte. Cebime kıvırdığım bir defter parçası eşlik ederdi yolculuğuma bir de sürekli otobüsün camlarına başlarını yaslayıp ıslak kaldırımları izleyen insanların düşleri. Otobüsler hep sıkmıştır beni. Gerçi değişik bir havası olduğuna inanırım. Farklı farklı insanların plastik sıkıştırmış bir cam parçasının içerisinde olduğunu düşünme fikri oldukça ilgi çekici. Ama gel gelelim hep yakındı benim yollarım. Hep yürürdüm o yüzden. Hep yürüdüm. Mektep fikri, alaylı olmanın hazzını vermedi bana hiç bir zaman. Ama nasıl ana kuzusu yetiştirilmişsem içime işlemiş gönlünü hoş edeyim bizimkilerin diye. Elim azıcık para görse hemen yapacağım şu yedek parça işini. Avrupa'dan getirt burada iki katına piyasaya sür. Enflasyon diyorum bir yandan, bir yandan ekonomi bir yandan liberal demokrasi, dış ticaret, konteynır, gümrük vergisi, kaçak bedeli, sürüm bedeli içime içime sığmıyor. Bir matematik dersi verin diyorum bana okulda. Moment'i Mehmetlere, Fatihlere paslayın. 

Bir sabah ceketimin sol cebinin alt tarafı kırışık yine. Defteri de sol yan cebime koymuşum kabalık yapıp görüntüyü kapatsın diye. Hep yürüdüğüm yol gidiyorum ama bir istemsiz ayaklarım. Çok sürmedi vardım okulun kapısına. Bir sıkıntı geldi içime. Ulan dedim o an kendime kendime; "Seninde bir gün hayattan kendine pay çıkarma hakkın var" gitmedim o gün okula, girmedim içeri.

Şehrin kokusu bir an hiç gitmediğim Arjantin panpalarını andırdı bana, sağıma dönüyorum çav bella'yı mırıldanmaya çalışan koreliler soluma dönüyorum Liv Tyler'ı andıran güzel kokulu Amerikalı kadınlar. Bir ben yabancıyım şehre bir de şehir bana yabancı o an. İleride de Fransız mektebi. Taşları betonları sıkıştırmış üzerinde parmak kadar sıva izi olmayan pahalı taşlardan. İçerisi lokma gibi gözüksün diye uzun uzun ama aralıklı sütunlar kurmuşlar. "Para mı güzel ilizyon yoksa vizyon mu?" Bir de yanına pastel yeşilinden böyle çizgi filmleri andıran bir fırın açmışlar. Sokağa girince seninde ruhun şair oluyor bir an. Şekerleme kokuları, kruvasan şekilleri, pudralı çörekler. Gir lan içeri dedim. 

Girdim.

Duvarlarında tango yapan ve kırmızı elbiseleri olan güzel kadınların olduğu, beyaz ve uzun sakalları muhtemelen önemli adamların tabloları, eskimiş altın renginden bir plak ama sanatçının sesi içinden çıkıyor sanki.  Ah diyorum Türkan Saylan seni bir gün şuralardan dinlemek var. Çok dikkat çekmek istemiyorum o yüzden oturuyorum duvar kenarında bir masaya;

- Hoş geldiniz.
- Hoş bulduk.
- Ne arzu ederdiniz?
- Menü alabilir miyim?
- Mönü... Hay hay
- Siz ne önerirsiniz?
- Bir şeyler yemek ister misiniz?
- Kahve çeşitleri?
- İzninizle...
- Pekala.

Kalın porselende kahverengini hiç andırmayan bir kahve getirdi. Hoş bir tadı var ama ağızda dağılıyor. Diyorum ya durduk yere şiir yazdırıyor insana. Sonra bir baktım kemik gözlükleriyle dergi okuyan karizmatik birisi, bir beyefendi. Sarı kabarık saçlarıyla telefonuyla uğraşan birisi, bir hanım. Bende boş durmak racon değil diye çıkardım defterimi koydum ortaya. Maaliyet hesaplıyorum. Karadeniz ve marmara gümrüklerine aynı anda sipariş versem tam 64 gün sonra ihalelerim halka açılıyor. Hemde %40'lık düşüş payıyla. Çakallık peşindeyim. Bir yudum daha içince kahveden tamam diyorum kendi kendime. "Yaparım ben bu işi" 

Bir gülüşmeler başlıyor fırının girişinde. Kare desenli, siyah çoraplı üstten kıvrıldığı çok belli olan etekleriyle bir kız grubu giriyor içeriye. Fırının rengi değişiyor bir an. Çatlak yeşilden masmavi bir renge dönüşüyor. Hem Billie Holiday havası var hem bizim Uğur Arslan'ın karagümrük sıcaklığı. O geliyor o an. Topuklarına basmadan parmak ucunda yürüyecek kadar zarif, güldüğünde hem müzdarip hem günahkar. Fransız mektebinden çıkmışlar belli. Böyle mi olur bu Fransız kızları diyorum. Nasıl içim gidiyor ama... 

Keşke diyorum bir iki Fransız kelime bilsem, gitsem adını sorsam. Merhaba desem hem bilmeyip hem öğrenmeye niyetli aç öğrenciler gibi. Öyle oturuyor karşımda. O kibirli garson en fazla on beş saniye duruyor masalarında. Demek ki sık sık gelirlermiş buraya. Benimki pasta söylemiş kendisine. Ama bizim Şevval Pastanesinin vitrinini renklendiren rulo muzlu pastalardan değil. Böyle kırmızı şuruplu, küçük balonlu meyveleri olan bir pasta. Dudağının kenarına takılıyor, peçeteyle siliyor. Çatalının kenarıyla kremaları topluyor, dudaklarına götürürken iki yanından dağılan saçlarını arkaya atıyor. Hem de her defasında üşenmeden. İzlerken bir ırmak akıyor karşımda. İçim bir garip oluyor. 

Allah'ın bir dersi işte diyorum. Okumazsan hem duvar kenarından, konuşamayan adam olacaksın oğlum. Hadi diyorum okula. Kalkıyorum öyle ceketimin kırışıklığını hiç düzeltmeden. Defteride öyle koyuveriyorum işte. Ulan diyorum gene kendi kendime bari içimde kalmasın. Yanından geçerken bir şey diyeyim. Çoçuklara anlatırım benimde azıcık çapkınlık hikayem olur. Hem de Fransız kızına laf attım derim havalı gözükür. Tam geçiyorum yanından; bir gaz geliyor bana, bildiğin laf atıyorum. 

- Çok güzelmişsin be yavrum.

Masada ki diğer kızlar bir anda gülmeye başlıyor. Hepsi birden dönüp bana bakınca kan akışım duruyor içimde. Anladılar mı korkusu başlıyor içimde. Yok diyorum oğlum cehaletine güldüler senin. Neyse diyorum bas git yoluna. O telaşla çıkarken kapıya takılıyorum, çarpıyorum, kapıyı itiyorum, kapıyla kavga ediyorum derken çıkıyorum dışarı. Ter ter dökülürken hızlı hızlı yürümeye başlıyorum geldiğim yolu. Derken ince ama güzel bir ses yükseliyor arkamda

- Heey!
- Ben mi?
- Sen, sen!
- Şey.. Efendim?
- Defter?
- Aa! Benim.
- Tamam canım göz koymadık defterine.
- Yok o anlamda değil. Düştüğünü fark etmemişim.
- İçinde çok önemli bir şey yok galiba
- Öyle hesap kitap işte.
- Anladım... Zaten senden de şiir beklenmezdi.
- Anlamadım?
- Sen hiç tanımadığın ve güzel bulduğun herkese "Çok güzelmişsin be yavrum" deyip gider misin?
- Şey ben aslında onu söylemek istememiştim
- Nasıl yani? Güzel değil miyim?
- Yok hayır güzelsin yani iyi güzelsin de
- Ee?
- Ben beni duymazsın sanmıştım.
- Kulağımın dibinde söyledin.
- Yani Türkçe bilmiyorsun sandım.
- Ayfer ben... Al bakalım bu da defterin.

Ayfer ama ne Ayfer... 
Bir değişik oldum öyle dönüp gidince. Elimi tuttu diye bir garip koktu elim. Dokunamıyorum bir şeye. Kokladıkça karnımda bir ağrı, gözümü yumdukça o şişik yanakları. Ne uyku uyuyabildim, ne bir lokma yedim. Dört dönüyorum yatakta. Türk kızının ne işi var diyorum Fransızların mektebinde. Vatan millet Sakarya diyorum, balkan savaşlarına kadar iniyor içimin vaftiz yanı. Bir yandan da Yeşil camii'nin müezzini ile münakaşaya tutuşuyorum. "Olamaz hocam öyle şey" diye. Bir bakıyorum doğunun ince eteklerinde ışık saçıyor güneş. Yürüdükçe havalanan eteği geliyor aklıma. Alıyorum ceketi düşüyorum gene yola. Bu sefer emin emin transit geçiyorum okulu. Birisi görse okulun kanvas ceketini taşımama rağmen alakam olmadığını anlayacak, şaşıracak. Tık diye duruyor ayaklarım fırının önünde. Bir iki olta atıyorum, sağ köşeye oturup sol köşeye çömüyorum. Karşı duvara ayak yaslayıp, fırının kapısında dikiliyorum. Uzaktan gözüküyor yine parmak uçlarında yürürken...

- Ne o defterini mi düşürdün yine?
- Almayı unutmuşum.
- Hesap kitap ağır geldi herhalde.
- Sen neden Fransız mektebindesin. 
- Pardon?
- Sen Türk değil misin? 

Sonra bir gülümsedi bana. Ne kötü söz etti ne de aşağıladı beni. Hayatım boyunca hiç bu kadar ezilmemiştim. Sanırım insan kalbi, şiddetin tercihini belirleyen bir faktör. Belki vursa o an geri döner, biterdim. Vurmadı, gidemedim bende. 

- Buranın çok güzel pastaları vardır. Yemek ister misin?
- Dün yediğinden mi?
- Frambuazlı olanları daha güzel

Bende ne akılsa kahve siparişimi havalı olsun diye dün içtiğimin aynısından dedim. Garson tanımadı beni. 

- Ne içmiştiniz?
- Kahve
- Hangi kahve?
- Sizin özel kahvenizden.

Garson gitti biz gülmeye başladık. Küçük düşüyorum karşısında ama daha büyük hissediyorum. Onu öyle gülerken gördükçe daha bir aptal oluyorum. Hani dünyanın herhangi bir yerinde bir müzik sesi duyulsa buranın palyaçosu benim diyerek havaya kalkacağım. Dünyanın en güzel balonlarının Vietnamda üretildiğini söylese inanacağım. Popeye'de insanlar sevmekten ölmüşler, Beckett Godot'ya kavuşmuş. 

- Sen gerçekten çok güzelsin.
- Teşekkür ederim sende çok açık sözlüsün.
- Hep yaptığım bir şey değildir.
- Dün öyle gözükmüyordu.
- Dün hiç öyle gözüktüğü gibi bir gün değildi.
- Ne anlamda?
- Dün izinliydim.
- Çalışıyor musun?
- Yaşıyorum.
- Felsefe diyorsun.
- Yok. Sadece bazı şeylere anlam yüklemeyi seviyorum.
- Felsefe işte.

Kırk yıldır tanıyorum onu. Pastasının kenarından alırken içinde ki kremasını övüyor. Pastasını yutmadan kahvesinden içmediğini söylüyor. Anlıkta olsa onun olduğunu düşünme hissi. Sanırım hayatım boyunca hiç bu kadar zengin olduğumu hissetmemiştim.

- Tekrar görüşür müyüz?
- Fransız okullarında o kadar serbest bırakmıyorlar.
- Ben uygun olduğun bir zamandan bahsetmiştim.
- Tekrar bekler misin beni?
- Beklerim.

Pastasını bitirdiğinde nasıl ağırlık çöktüğünü anlattı. Sanki o koca dilimi o küçücük ağzıyla yememişti. Ben hepsini bitirememiştim. Heyecanlı olduğum zamanlarda çok bir şey yiyemem. Bir keresinde Ali expressten koli koli rulman siparişi vermiştim. Gelecek diye iki gün aç kalmışım. Aynısı oldu yine. Açlığımı hissetmiyorum ama doyuyor ruhum bir yandan. 

- Teşekkür ederim bu güzel sohbet için.
- Şey... Asıl ben teşekkür ederim. Kızarsın sanmıştım.
- Neden?
- Bilmem. Öyle birden görünce hani ne bileyim.
- Kızdım zaten.
- Neden?
- Bilmem. Öyle birden görünce
- Hep böyle dalga mı geçersin?
- Neşeli olduğum zamanlarda
- Neşeli misin?
- Evet ama birazcıkta üşüyorum.
- İstersen ceketimi sana verebilirim.
- Fransız mektebinde okuyorum diye Türk romantizminden uzak sanmadın herhalde?
- Yok gerçekten verebilirim.
- O zaman ver. Yarın aynı saatte buradan alırsın ceketini?
- Sen gelecek misin?
- Üşümezsem gelirim.

Rüzgar mı esiyordu, kar mı yağıyordu yoksa çığlık çığlığa dolu mu hatırlamıyorum. Çıkardım badem bıyıklı jönler gibi ceketimi. Attım sırtına. Gülümsedi Ayfer, nasıl gülmek ama. Sonra parmak uçlarında yürümeye başladı yine. Ne kadar şarkı biliyorsam mırıldamaya başladı ağzım. Ulan diyorum ilk satışı sanayinin küçük dükkanlarına yapsam, sonra firmalara parakende şekli sonra yıllık parça teminatı, sanayi devriminin ufak çaplı tekrarı, global tesislerde sosyal tesis kullanım hakkı falan. Ulan yaparım diyorum be. 

Hangi ders vardı hatırlamıyorum gene yazıldım okulun önünden dümdüz. Hocalar beni soruyormuş. Hasta deyin geçin dedim. Akrepte o ara yelkovanla bir kavgaya tutuşmuş, ikisinde de bir inat ilerlemiyorlar. Ha geldi ha gelecek ha oldu ha olacak! Yok ama olmuyor. Fırının önünde bekliyorum ben yine bu sefer saçlarımı inceden bir taramışım. Güzel hissediyorum yani kendimi. İçim güzel, dışarıdan bakılınca eh ince. Sonra geldi yine o. Aynı yoldan aynı adımlarla. Sanki dün bastığı yerlerin üzerine basıyordu. Parmak uçlarında yürüdükçe benim tüylerim diken diken oluyor. Geldi karşıma yüzünde yine bir gülümseme. Benide bir gülme aldı bırakmıyor. Karşılıklı gülüyoruz öyle. Konuşmaya başladık. Okulda bale çalışması varmış zorunluymuş o yüzden bugün duramayacağını söyledi. Anlayışla karşılarım elbet ama öyle birden söyleyince bir şey oturdu içime. Belli etmemeye çalıştım ama anladı hemen. O da bir garip oldu sanki gitmek istemiyor gibiydi ya da ben öyle görmek istedim her neyse işte. Çantasını açtı dün verdiğim ceketi getirmiş bana. Ceketi koydu öyle üzerime sonra döndü gene gidiyor. Bende ondan geldi diye ceketi bir giyesim var nasıl ama... Ceketimi mi özledim yoksa ondan geldi diye mi böyle sevdim o an ceketimi bilemem. Ama yeni alınmış gibi giydim bir an. Giydim ama bir garip geldi. Şöyle bir bakayım dedim...

- Ayfer...
- Efendim?
- Ceketimi ütülemişsin.
- Yarına kadar çok kırıştırma.

6 yorum:

  1. Yazmayı bırakma harikasın ��az önce İnsatagramdan geldim buraya keşke daha önceden keşfetseydim����

    YanıtlaSil
  2. Tek kelimeyle Harika. Asla bırakma..

    YanıtlaSil
  3. İnsanın içinde bir şeyler olacak ki yazsın, üretsin. Sonunu çok merak etdim amma çabhk sonlanaxak gibi değil. Qaliba geliceğin yazarı doğuyor, sen kitap yaz biz okuyalım.

    YanıtlaSil
  4. Yazıyı okurken istemsizce sizin sesinizden okudum.����

    YanıtlaSil
  5. Çok beğendim. Yazmaya devam et lütfen

    YanıtlaSil