29 Ekim 2015 Perşembe

Bulutların altında mermiler geziyor

Ülkenin bir yazarı yazdığı yazıdan dolayı, ülkenin yönetim kollarından birisinin ağır tehdidine maruz kalacak. "Bunları dövmedik, dövsek böyle yapamazlar" diyecekler. Düşenebiliyor musun bir kısım buna hak verecek?

Sen bu adamı bütün cık-cık'ların ile yuhalarken seni yargılayanlar bile olacaklar. Hadi düşünce diyeceksin bir tarafından hak vermeye çalışırken bir ay sonra aynı adam ülkenin Başbakanı bile halk selamlamasın da gövde gösterisi yapacak. Sen kendini köşe kapmaca oynayan bir böcek gibi hissedeceksin. Belki de bu hayatın boyunca fikirlerine edilmiş en ağır sessiz küfür olacak. Hazmedemeyecek, kendince yapabildiğin olası bir sorun karşılığında sorgulama saati başlarken bu adam terfi alacak ve sen bu sefer yaşamaktan ve ülken adına yazılmış binlerce güzel ahenkli şarkıdan tiksineceksin.

Ülkenin bir başka yazarı ve ülke mizahı adına güzel işlere imza atmış bir ablamız. Bir sabah uyandığın da telefonunun çağrı kısmın da "İl emniyet müdürü sizi arıyor" diye bir yankı da bulanacak. Bu güzel ablamız hiç sorgulamadan sorgu ve gözaltı çantası hazırlayacak. Yazmış olduğu bir yazıdan ötürü işlemiş olduğu suç büyüklüğünün cetvel ölçüsünde kendisine yer ararken, "Kadın ses çıkarmıyor belli ki rızası var" yasasına sığınarak suçundan beraat etmiş adamlar aklına hiç gelmeyecek. Sonuçta her koyun kendi bacağından asılır. Bu cümlede ki görünmeyen gök kuşağına dikkat ettiniz mi? "Her koyun" Özgür ve hür işte öyle delicesine kabullenmek bütün suç oklarını. Ne çılgınca bir yaşamak bu!

Medya'nın senden bıçaklarını gizlediği bir program statüsün de ülke tarihi boyunca yaşanmamış bir gerçeği mizaha yakın serüven başlayacak. Bir polis gelip canlı yayın kamerasının fişini çekecek. "Kayyum" denilecek buna sanki insanlar hakiki Kayyum'un ne demek olduğunu bilmiyormuş gibi. Yayının neden kesildiğini halktan bir yankı gibi bir adamın hatta güzel bir adamın diline sıfat sorarcasına isyan etmesi. Bir düşünsene "Senin de fişin çekildi iş hakların sona eriyor" diye susturalacak. Artık şampiyonsunuz gurur duyun! Avrupa'da birinci değiliz.

Cinayetin ismi uygarlık olacak,
Hırsızlığın temeli hak,
Şiddete meyil edecek,
Basına darbeye yasa,
Sahiden bir kıt korkusu için mi tüm bunlar?

Unutacaksın ve unutacağız, Göçüğün gömdüklerini, suların yuttuklarını, suyun kaldırdıklarını, senin bağıra bağıra terör örgütü diye puntolarca yazdığına senin temsilinin inkar ettiğini, kendi gözlerinle görüyor ve duyuyorsun. Sahiden yaşamak istediğin Türkiye aynı bu teli gevşek musikide mi?



19 Ekim 2015 Pazartesi

Hangi akla hizmet kalp ile harbe çıkmak

Kaç kişi kasti olarak ilgi duyar ki bir kaç gecenin göz göre göre çöpe atılmasına?

Düşüncem o yönde ki insan kalbi tasarlanma esnasında bazı detaylara ve boşluklara yol verildi. Bakınız efendim detayları kurcalamak gerekirse, ağırlıkları bakımından farklı farklı insanların sistemlerinde boy gösterecek hepsinde aynı görevi ve aynı eylemi gerçekleştirecek sende buna çıkıp "Kalp işte" diyeceksin. Yemezler! Bugün bir fabrika da bile ikinci işi yapana "Amir" diyorsun. Gözünü seveyim yamana atma...


Detaylar diyorduk azizim detaylar, şimdi ne mümkün olur böylesi şuh bir nefesle tasarlanan kalbin söz dinlemesi işte en akıl akıcı detayı bu. Kafasına buyruk oluşu. Bir düşünsene diğer organlarının acıdan yoksul kalması için verdikleri emirleri kalbin samimi bir metanet ile karşılayıp tüm inadından vazgeçtiğini...
Gerçi o zamanda Sezen ablaya ayıp olacak.


Boşluklar bırakıldı. İnsanoğlu buna umut diyor. Bariz sırıtan gerçeği görmemek nasıl kabullenir ki şu kurban olduğum kürdan bacaklı insanlar mutsuzluğa? Mesela Godot hiç gelmedi ve gelmeyecek mutsuzluk değil işte! İnsanın avuç içlerin de hiç gelmeyecek, hiç görülmemiş bir hayatı tasvir etmesi, tanıması. Ee bunu nasıl seviyorsun be Adem? Bunun ne sevilecek ne yanı var şimdi?


Dokunarak sevmek diye bir şey var. Dokunarak sevdiysen eğer bir insanı o gittiği zaman gittiğine inanmıyorsun, inanamıyorsun. Gitse de gelir diyorsun. Gel gelelim gelmiyor! Dokunarak sevmek, işte o çok kötü. Kendi hissiyat dokuların ile başka bir tene aynı sen tazeliğinde dokunduğun zaman o ten sen, sen o ten oluyorsun. Sevişmek değil o terletiyor.
Dokunarak sevmek, rüzgardan daha esintili olmak gibi bir şey senden önce bir rüzgar yelinin yanaklarına değmesin de duymuş olduğu huzuru kitaplarca, sayfalarca arayanın bir gün parmak uçlarında denk geldiği his işte. Anasını satayım tüylerim diken diken oldu!


İşte tam bu noktada enkaz başlıyor. Eğer dokunarak sevebildiysen bir insanı bütün organlarının yerlerini ve olası bir aksi durumda yaşatacakları acıları bir bir biliyorsun. Dokunarak sevmek bazı şarkıların içine sıkıştırmak gibi ve orada öylece kalması. Ne olur böyle kalsak ya diye dua bilmediğin halde istemek işte.


Dokunamadan sevmek...


"Ölümlerden ölüm beğen" tabağının en zengin çerezidir. Yağlı viski gibi öyle güzel tat bırakır ki düşler de. Ne şarkılar, türküler dokunamaz olur senin dokunamadığın bir saç teline. Hiç bilmediğin çiçekler yaratır hiç var olmamış kokular hayal edersin burnunun ucunda. Ayakları sanki anlık bir betona bassa dünya geberecek gibi olur kahırdan, utançtan ki zaten sende yerin dibine batsın istersen o toplu iğne ucu kadar acı için. Bir gülüşü öyle monte olur ki düşlerine. İşte bile bile çöpe attığın geceler o gülüşle başlar. Yani azizim şunu dile getirmek istedim.

Sen ne akla hizmet kalp ile harbe çıkarsın. O bir kere dokunmadıktan sonra senin fikirlerin ne hacet...