7 Ağustos 2016 Pazar

Ölümden bahsetti konuşmanın başında

Geçtim aynanın karşısına, saçımla ve bedenimle ilgili son düzeltmeleri yapıyorum. Pek kullanmadığım jöle o akşam nedense pek ideal geldi gözüme. İki elime karıştırıp saçlarıma sürmeye başladım. Gittikçe kendime olan hayranlığım da yükseliyordu... Zaten böyle özel akşamların sıklık ile tekrarlanmasından yanayım çünkü insanın kendisine olan öz güveni yerine geliyor. Babamdan kalma bir alışkanlık olsa gerek kısık sesle şarkı mırıldandım. Ayak sesleri duydum telaşlı telaşlı lavaboya doğru geliyordu...
Nedense bu sesleri ne zaman duysam garip bir heyecan kaplardı içimi. Köy yerinde dondurma arabasını bekleyen çocuk gibi olurdum. Korkularımın sanki güvenli bir limana yanaşması ile aynı orantıda gülümseme gelirdi yüzüme. Belli etmezdim. Önce kokusu yanaştı üzerime sonra varlığının sıcaklığı öyle bir sardı ki kaburga kemiklerimden.
Saçlarının yarısı dalgalı yarısı düz, saçına asılı kalmış bir maşa ve üzerinde sabahtan kalma askılı ile bir anda arkamda belirdi. Öyle birden görünce bir gülme geldi bana. O da güldü...


- Bekle sen, şimdi iyi bak birazdan asrın kadınını göreceksin...


Ben aynanın önünde dişlerimi fırçalıyorum, o arkada yüzüne, hiç bilmediğim şeyler sürüyordu. Bir anda gözü sırtıma takıldı. Şaşkınlığı benim korkuma sebep oldu.


- Çıkart hemen şu gömleği
- Neden?
- Sırtında ufak bir kırışıklık var
- Ufaksa sorun değil
- Kadına suç atarlar, erkeği ihmal ediyor derler. Çıkart!


Öyle söyleyince üşenmedim, çıkarttım. Lacivert kanvars pantolonum ve deri kemerim çıplak göbeğim ile çok uyumlu olmasa da beklemek için oturduk kanepeye. Televizyon açıktı, haberler. Nedense birden aklıma takıldı, onca işi arasında ufacık bir kırışığı neden ütülemek istedi ki. İki haber arası geçmeden elinde gömleğim ile geldi.


- Teşekkür ederim
- Dur, sen şimdi kırıştırıp giyersin. Kolunu uzat.


Okul saati gelmiş çocuk gibi gömleğimin düğmelerini ilikleyip tekrar oturttu beni. Ben de tekrar yerime oturup hazırlanmasını beklemeye başladım. Telefonundan bir radyo kanalı açtı, eğlenceli bir şarkı çalıyordu. Ben de ara ara aynadan kendime bakıp herhangi bir kusur aramaya çalışıyordum. Saçımın bir teli sağa biraz daha yatsa iyi olurdu, kaşlarım çok düşüktü, dudaklarım kurumaya yakındı, başka renk gömlek daha mı iyi olurdu? En sonunda kusursuzluğuma tekrardan karar verdim. Haberler bitmiş, bir dizi başlamıştı. Bu kadar uzun sürer miydi bir hazırlık? Odaya yaklaşıp kapıyı birazcık araladım. Henüz elbisesini giymemişti. Krem rengi bir sütyen ve siyaha yakın külot ile yatağa oturmuş ayaklarına oje sürüyordu. Beni fark etti. 


- Sürprizi bozuyorsun ama...


Kapıyı kapattım. Günaha girmiş bir çocuğun heyecanı vardı içimde. Acaba kızmış mıdır diye düşünmedim hiç. Beraber uyuduğumuz zamanlarda üstünü çıkarmaya çekinirdi hep ama, o an onu öyle gördüğüme hiç utanmadı. Salona geçtim. Herhalde gece uzun sürsün istemiş olacağım ki kahve içmek geldi içimden. Suyu ısıttım, bardağa kahveye koyup karıştırdım. Birazcık içtim ya da içmedim bir ses geldi.


- Hazır mısın?


Şarkı çalmıyordu artık. Sessizcene gözümü hole doğru diktim. Ağır ağır yürüyerek bana yaklaşmaya başladı. Onu ilk gördüğüm de dört yıl önce ki hali geldi aklıma. Saçları örgülü, ayakkabıları bağacıklıydı. Şimdi başka bir kadın vardı sanki karşımda. Gözleri sürekli ben de ve yüzünde sonsuz bir gülümseme vardı. 


- Bir şey söylemeyecek misin?
- Ne diyeceğimi bilemedim.
- Güzel olmuş muyum?
- Güzelliğin ne olduğunu bilmiyorum
- Şaşırmış gibisin
- Çok güzel olmuşsun.


Koşar adım dudağımdan bir kere öptü. Odaya geri dönerek çantasını aldı ve evden çıktık. Vapura kadar garip bir sessizlik oldu ikimizde de, sağ kolunun dirsek kısmında bir yarası vardı. Gözüm sürekli ona takıldı. Bir süre sonra o da yarasıyla oynamaya başladı. Vapura bindik, üst kata çıkıp denizi izlemek istedik. Oturduğumuzda hala yarası ile oynuyordu. Rüzgar sertleşmeye başladıkça tüyleri diken diken oldu. Nedense ikimizde hiç konuşmadık. Yarası ile oynaması sonunda kabuğun açılmasını sağladı ve gözünden bir damla yaş düştü. Hemen bana döndü, ben de hazır kıta ona döndüm. İki gözünden birden yaşlar düşmeye başladı. Dayanamadım ben de ağladım.


- Senin hiç canın yandı mı?
- Bir kaç kez
- Bu yara hep burda kalır mı?
- Geçer
- Ne Zaman?
- Başka bir yara açılınca.


Başını göğsüme yasladı. Kokusunu hiç fark etmemişim ne güzeldi. Bir tabela gözüktü, vapur açtı ağzını çığlık çığlığa...


İçeri girdiğimiz de elini koluma bağlamıştı. Tam girerken bir kez daha bakıştık. İkimiz birden güldük bu sefer. Kalabalıktı, bir kaç selam verip uygun bir yere oturduk ve sanki uzun süredir ordaymışız gibi sohbet etmeye başladık. Yemekleri yedik, kola içtik. Yaklaşık dört saat boyunca aynı yerde kaldık. Bir ara Nasıl oldu bilmiyorum her şey sessizleşti. Sadece onu izliyordum. Gülmeye başladı, neye güldüğünü o kadar çok merak ettim ki. Konuşurken ellerini kullanıyor, sürekli saçını düzeltiyor ve bacaklarını yer değiştiriyordu, ayakkabıları sıkmış olacak ki ara sıra da ayaklarını çıkartıyordu. Ona baktığımı fark etti. Sigara altı yemeğine benzer bir gülümseme attı bana ne iştahlı ne karın doyurucu. Varlığımı fark etmesi öyle hoşuma gitmişti ki. Kısa bir süre de olsa o an bakakaldık birbirimize. Gözleri ile bir şey söylemeye çalıştı. Ben de o an öyle bir dalmışım ki cümleler çıkardım avuçlarım gibi benim olan gözlerinden. Sandalyesini birazcık yanaştırıp elimi tuttu ve sohbetine kaldığı yerden devam etti. Muhabbet bir ara başkalarına geçince kulağıma doğru yanaşıp;


- Burdan çıkınca bana bira ısmarlar mısın?
- Olur


Yaklaşık bir buçuk saat sonra çıktık. Çantasını eline aldı ve tenha bir yoldan yürümeye başladık. Son vapura yetişmek için biraz aceleciydik. Bir ara durdu, ben yorulduğunu düşündüm. Ben de durdum. Sonra o hareket etmemeye başladı. Garip bir şey olduğunu hissettim.


- Neden acele ediyoruz?
- Yetişmek için?
- Neye?
- Son vapura
- Ondan sonra bir daha yok mu?
- Sabaha var
- Demek ki son vapur değil.


Aynı yolda bu sefer aheste aheste yürümeye başladık. Bulduğu kuru yaprakların üstüne basıyordu. Sokağın bir köşesinde Bahçeli bir ev gördük. Bahçesinde de kurulu bir masa vardı. Bahçenin önünde durmuş içeriye bakıyordu;


- Neden bakıyorsun?
- Oturalım mı?
- Bizim değil ki
- O halde sıkılınca kalkarız.


Masaya oturduk. İçimde garip bir huzur yer aldı. Uzun süre birbirimize baktık. Yerde bulduğu çöp kabukları ayakları ile itiyor, hiç bizim olmayan bir bahçeye izler bırakıyordu. Gözleri toprakta;


- Bazen ne düşünüyorum biliyor musun?
- Hayır
- Ölümsüz olmayı.

Gözlerini başka bir yere doğru dikti. Sanki uzağa bakıyordu ama, içinden bir yer buradaydı. Ya da gözleri buraya bakıyordu ama içinden bir yer çok uzaktaydı.
Tek elini çantasına attı, sabahtan kalma bir bisküvi paketi çıkarıp masanın ortasına koydu ve tırtıklamaya başladı. Bir sonra ki hareketini tahmin etmek gibi bir huy kapmıştım o sebepten dolayı gözlerimi ondan hiç çekmiyordum. Bir yandan da çok güzel bir alışkanlık haline gelmişti onu izlemek...
İnsan neden ölümsüz olmayı diler ki? Bu soru kafamın içinde dolaşmaya devam ederken, o an ne söylese boşa gidecek gibiydi. Zaten o da pek konuşmuyordu.

Ölümden bahsetti. Ölüm var dedi binevi dilinin ucuyla, ölümle korkuttu beni. İlk defa onun yanında kendimi bu kadar soğuk hissettim. Gecenin ayazından olsa gerek avuçlarımı birbirine çalarak bir ısınma eylemidir tutturdum. Yavaş yavaş içime kapanır gibiydim bir süre sonra fark etti beni. Sadece gülümsedi. Korktuğumu anlamış olacak eski günlerden bahsetmeye başladı. Beraber geçirdiğimiz özel zamanlardan. Neredeyse bütün cümleleri "Hatırlıyor musun?" diye başlıyordu. Ben de hepsini bir bir hatırlıyordum. O anı bitince başını yere doğru eğip geçecek bir başka anıyı arıyordu. Bir ara bütün anılarımız bitti, sustu.

Ölümden bahsetti konuşmanın başında. Ölümle korkuttu beni. Korktuğumu anlamış olacak ki bu sefer dayanamayıp yanıma geldi. Öyle garip bir kadındı ki toplum baskının kadına dayattığı bütün telleri yırtmış gibiydi. Sanki o an canı benimle sevişmek istese sevişcektik. Hatta yetinmeyip Wagner çalacaktı telefonundan. Sadece sırtını omuzlarıma yaslamakla yetindi. Ben göğsümde uyur diye tahmin ediyordum, o uzaklara bakıyordu. İlk defa yanımdayken gözleri bu kadar uzaktaydı. Üşenmeyip bir sigara sarmak geldi içimden ama, bu sefer de rahatsız olure da eski yerine geçer diye korktum. Öylece kaldık işte biraz daha. 


Ölümden bahsetti biz konuşurken. Hani böyle şey olur ya, şey gibi. Anlarsın işte. İlk başta bir düşersin canın yanmaz ama yarana baktıkça acısı da gelir ya sonra sonra. Ayaklarını aşağıya doğru indirdi, kalktı üstümden. Bir düğüm oturdu içime. Bir şey söyleyecek gibi oluyorum ama ölüyormuş gibi hissediyorum. Çantasından dağıttıklarını topladı. Uzun uzun nefesler çekti içine. Yeni bir hazırlık gibi, bir bitiş gibi. Ayağa kalktı ama ben oturuyordum. Oturduğum yerde sarıldı bana. Hani o an boynunu kokladım ya, saçlarını yüzüme karıştı, nefes sesleri kulaklarıma kadar değdi ya. Normalde mutlu olurdum ama, o an bir garip oldum. Ona benzeyen bir başkasının sülietinde acı veriyordu sanki bana. Oysa ben biliyordum onun çayı şekersiz kullandığını. Yani yemeğin yanında su içmeyi çok sevdiğini biliyordum. Böceklerden korktuğunu da biliyordum, çimene alerjisi olduğunu, astım hastası olduğunu hepsini biliyordum. Nedense bir yabancının elleri gibi geliyordu o an yanaklarımı okşayan? Dayanamadı çıkardı baklayı.

- Ben gidiyorum.
- Bir daha görüşecek miyiz?
- Sakın bekleme

- Beklemeden yapamam ki
- Bekleme işte 
- Kesin mi?
- Kesin
- Ölüm gibi mi?
- Ölüm gibi.

Ölümden bahsetmişti ya. Meğer o da unutmamış benim ölümden korktuğumu. Ona hazırlamış beni.


- Neden gidiyorsun ki?

- Belki de bu kitabın kahramanı değilimdir.

İki kere açtı kaptı gözlerini, doğruldu. İnce bir gülümseme bıraktı son kez gözlerime sonra yürümeye başladı. Boğazına bir şey oturur da nefes alamazsın ya. Bir garip oldum o an. Yumruk yemiş oldu içim. Gözlerim, bilincim açık ama, bir hal derman gelmiyor içimden. İzliyorum öyle. Gidişi bile güzel diye geçiriyorum içimden. İçime sığmayan kocaman kadın bir baktım küçücük bir şey oldu. İzliyorum, izliyorum. Bir yerde durup bakar diyorum. Hani öyle olur ya filmler de kadın giderken son bir kez dönüp bakar, belki kavuşurlar. Bir umut tuttu içime "Hadi dön işte" diye koparıyorum içimi. Dönmedi tabii. Küçüle küçüle kayboldu gözden. Bir an da yok oldu. Toparlandı nefesim, uyanmış gibi oldum. Ağlamak geliyordu içimden ama, ağlayarak kirletmek istemedim içimin güzelliğini. Bundan böyle içimdeydi kötü bakamazdım ona. Bir gülümseme geldi bana. Karşı çıktım ben de tüm söylediklerine. 


Bu hikayenin kahramanı sendin, giderken izledim seni...