26 Ekim 2016 Çarşamba

Güzel kapaklı bir kitabın içinde ki güzel anıya sahip iki farklı insan

- Peki ya çocuklar?
+ İyiler. Düzelttik durumları. Ara sıra çıkıyoruz.
- Çok sevindim.
+ Sen?
- Aynı işte.
+ Hiç değişmemişsin

Gülümseye başladı. Önce başını eğdi gülümsemesi belli olmasın diye uğraştı. Sonra engel olamadı kahkahasına. Öyle güzel gülmeye başladı ki ben de dayanamadım. Bir an bütün gerginliğim gitti. Ben de onun hareketlerini izledim. Önce başım önde gülümsemeye başladım daha sonrasın da gülmelerim yükselince kaldırdım başımı. Artık bakışarak gülüyorduk ama ara sıra kaçırıyorduk gözlerimizi. İkimizde de birbirimizi durdurmaya çalışan bir eylem vardı ama, bir yandan da uzun zamandır hayattan böyle keyif almamıştım sanki...

İnsana bazen bildiği yollar öyle uzak geliyor ki,  burnunun içinde nefes alsa bile sanki dünyanın bir diğer ucuna konmuş gibi kalıyor sana. Halbuki kokusu buram buram kırbaçlıyor yüzünü bir karış öteden. Yüzünde ki kırışık hatlar bile hala aynı yerlerinde duruyordu. Küçücük ellerinin kocaman evi saracak sihirli güçleri, şikayetleri yine aynı yeri almıştı masanın ortasında...

- Çocuklar kızgınlar mı bana?
+ Neden?
- Ne bileyim öyle olanlardan sonra hiç konuşmadık etmedik.
+ Yok. Sadece merak ettiler seni. Söyleyemediler?
- Neden?
+ Ben istemedim.
- Neden?
+ Yaşıyor olmandan korktum hep.
- Ölmemi mi istedin?
+ Sadece yaşıyor olmanı unutmak.
- Ya şimdi?
+ Yaşıyormuşsun.
- Hala korkuyor musun?
+ Alıştım.

Her bakışında anlam vardı. Hiç yapmadığı bir alışkanlık kazanmıştı. Ara ara parmaklarıyla oynayarak uzaklara bakıyordu. O ne zaman uzaklara dalsa ben de sanki için için ona sokuluyor gibi oluyorum. Yastığım kokuyordu göğsünün üstü. Sanırım saçlarında hala ellerimin izleri kalmıştı ama, ne garip bir hisse aynı masada çay içtiğimiz kadına bir türlü dokunmak gelmiyordu içimden. Hep beni özlemiş midir acaba diye merak ettim. Ne kadar garip bir his bu böyle. Sanki ömrümün yarısını geçirdiğim kadın bir yabancı gibi bakıp bakıp kaçıyordu benden. Ama bazı anlar o da yakalanıyordu tuzaklarımıza. Bazen ikimizde çok iyi biliyorduk bazı gecelerde sarılarak uyuduğumuzu. Hatta bir ara hatırlar gibi oldu o benden önce uyuya kalıp benim dönüşlerimden rahatsız oluşunu. Hatta bir ara şeyi bile hatırladı. Her sabah ondan önce kalkıp onu güne hazırlayaşımı. Acaba şimdi nasıl uyuyor ve uyanıyor diye geçirdim içimden. Sanki bakışlarıyla; "Tadı yok" dedi...

- Sen neler yaptın?
+ Bir işe girdim çalışıyorum.
- İyi kazanıyor musun?
+ Şuan hesabı ödeyecek kadar.

İlk defa ortak cüzdanımızın artık kişisel hesaplara dönüştüğü hatırladık. Sanki ona bir şey anlatmak istiyormuşum gibi hissetti. Gülecek gibi oldu yüzü ama durdu bir anda. Eskiden hesaplar için hiç kavga etmediğimiz geldi herhalde aklına ya da şimdi hesabı öderken gerçekten kimin hesabından çekeceğimiz? Benim geldi... O bakardı hesap işlerine. "Merak etme öyle çok harcamalar yapmıyorum. Biraz daha tutumluyum" demek geldi içimden. Eskiden çok kaygılanırdı parayı boşa harcıyorum diye. Çok paramız olduğundan değil ama gereksiz küçük harcamalara kızardı işte. Şimdi de bağıra bağıra "Öğrettin bana" demek geldi içimden...
Dilimin ucunu rahatsız ediyordu söyleyeceklerim. Ne çok şey birikmiş konuşacak. Acelemiz vardı yalnızlıklarımıza yetişmemiz gereken. Alışmıştık kaçarak sığındığımız o karanlık soğuk köşelere. Yeniden aynı gölgenin altında aynı rüzgarın yanaklarımızı okşaması ağır gelirdi kalbin çektiği onca acıya. Merhametlidir oysa aşk... Hep bulur bir bahane affeder tüm küfürlü ağızları. İkimiz birden unuttuk bütün küfürleri sadece aklımıza bir gece gezi parkında bir belediye bankında öpüştüğümüz geldi...

+ Ne zaman geldin?
- Yeni geldim.
+ Yeniden hoş geldin.
- Teşekkür ederim.
+ Hiç aklına geldiğim oldu mu?
- Nasıl yani?
+ Yani hiç düşündün mü beraber geçirdiğimiz zamanları?
- Evet
+ Nasıl oluyor?
- Garip. Gerçekten çok garip. Yani bir zamanlar onsuz olamayacağını inandığın adamdan haber bile alamıyorsun.
+ Çok garip değil mi? Oysa o senin nefesin idi.
- Dediğin gibi... Nefesin idi. Ama bir şekilde yaşıyor işte insan.
+ Alışabildin mi?
- Sen?
+ Çamaşır suyu dışında hepsine alıştım. Onu hala senin kadar sık kullanmıyorum. Birde çamaşırları senden daha çok biriktiriyorum
- Çarşafları da değiştirmiyorsundur.
+ En azından iki tane yastık kaldı. Değişmeli kullanıyorum.
- He yokluğum yaradı ya sana.
+ Hayır.
- Hayır mı?
+ Senin yastığına bir kere bile başımı koyamadım. Kokusu gider diye korktum.
- Gitsin istemedin mi?
+ Senin gitmeni istedim.
- Aynı şey değil mi?
+ Kokun. O evde bana bıraktığın son anımızdı. O olmasaydı konuşacak kimsem olmazdı.
- Hatırlıyor musun bir keresinde beni uyku tutmamıştı. Uykum yok demiştim ve sen ilk defa benden önce uyumaya niyetlenmiştim. Sonra nasıl olduysa yine ben senden önce uyuya kalmıştım ve sabah bana trip atmıştın.
+ Hatırlıyorum.
- Ağlıyor musun?
+ Hayır
- Biliyor musun seninle konuşmayı özlemişim.

Bu duyabilmek için yaşamıştım. Bunu duyabilmek için bir çok yaz gecesinin ortasında üşümüştüm. Bunun için bir çok insanı kaybetmiştim. Konuştuğumuz her şey bitti o anda. Hepsi bu ana hazırlık gibiydi. İşte o an gerçekti ikimiz içinde. Uzun uzun baktık birbirimize. Küçücük masa nasıl engel oluyordu göğüslerimizi yırtarcasına sarılmamıza. Acılarımız dedik bir an içimizden. Ayrı ayrı geçirdiğimiz acılarımız... Ya gitmeseydik hiç? Yine saçlarımızı yolsaydık. Farklı insanlar olduğumuzu kabullenip birbirimiz için yaşayana kadar kavgalar etseydik. Yine sırt sırta uyusaydık kavga ettiğimiz için ama aynı yatakta ayaklarımızı beraber ısıtıyor olsaydık yine. Sabah olunca unutsaydık herşeyi. Hatta gün ortasında başka bir sebep bulup kavga etseydik yine ama, salak bir bahane bulup barıştığımızda tüm dünya bizim olsaydı yine. Zaten öyle olmaz mı hep? Ya kalsaydık biz birbirimizde. Dünya yerinden oynarken, insanlar giderken, kaygılanırken biz kalsaydık ya yine birbirimizde...

Sustuk öyle. Öylece sustuk. Artık ikimizinde gücü yoktu. İkimizde yaşanmış güzel bir hatıraydık. Belki çok çok ilerde güzel kapaklı bir kitabın içinde kendimize özel bir yer bulabiliriz diye biraz daha sustuk. Sonra kapattılar o kitabı. Biz içinde sadece güzel bir anı olarak kaldık öyle. Merhaba diyememiştik hoşçakalımız da olmadı şöyle uzun uzun sarılmalı...