24 Haziran 2016 Cuma

Keşke bir kez daha sorsaydı; Yaşıyor musun?

Ağzımda şarap kokusu vardı. Müzik durmuş, insanlar dağılmış ve ışıklar olabildiğince sönmeye çalışıyordu.
Hani soğuk desem yalan olur ama inceden bir üşüme geliyordu içime, insan en güzel uzun yollarda düşünür bilirsiniz. Uzunca bir yol var önümde, soktum ellerimi montumun iki yan cebine, efkar bulabileceğim yer yöne bakarak yürüyorum.
Koca denizin derdi bitmiş sanki de benim derdime efkar olmaya çare arıyormuş gibi serilmiş ulu orta. Sarhoşum ya üşenmiyorum ben de gidiyorum yamacına, yamacına...
Çıkıyorum bir taşın üstüne, ellerim hala iki cebimde. Duyacak kimse yok ama cesaretim de olmadığından içime konuşuyorum.
Önceden yaşanmış bir kaç güzel hatıra geliyor aklıma, yüzümde bir tebessüm etkisi yaratıyor ama yetmiyor ince soğuğu paramparça etmeye, nasıl bir soğuksa artık içim. İçim soğumuş benim...

Koca deniz diyordum, efkarla birleşince amansız bir manzara çıkıyor karşıma, karşının ışıkları yansıyor denize uzunlamasına, tatlı da bir dalga var denizde bir ışığı alıp başka bir ışığı getiriyor peşinden. Takip ediyorum öyle ama aklım karma karışık, kafamın içi benim ışıklarla dolu. Ne güzel yapıyor deniz diyorum, birisini alıyor bir başkasını getiriyor. İnsanoğlu keşke şu cansız obje kadar mucizevi işler yapabilse ama, denizden bahsettiğim aklıma geliyor. Ulan koca doğa ile neyi ölçüyorum. Dedik ya kafa inceden gidik o gece.

İçenler bilir, efkar kısa bir süre burun sızlatır bir yerden sonra sigara aratır. Nihayet ellerim çıkıyor cebimden. Normalde taş atmam gerekiyor denizin üstünden küfür ede ede ama, bir taş fırlatabilsem peşinden ben koşarım nasıl kurtuldun diye. Bizim derdimiz sigara... İlk elime gelen sigarayı dudaklarımla sıkıştırıp ateşe vuruyorum ucuna. Şimdi canınız çeksin diye söylemiyorum ama, bilirsiniz ağızda şarap tadı varken sigaranın tadı da bir başka oluyor be... Bu sefer o koca deniz küçücük bir şiir oluyor önümde. Nazım'ın parmakları gibi, Cemal'in gözleri gibi küçük ama öyle güzeller ki... Şairlerden bahsedince benimde tutuyor şairliğim. Aklıma gelen bir kaç mısrayı yine içimden armağan ediyorum efkarıma. Bu sefer harbiden yüzümde güzel bir gülümseme oluyor. İçimin büyüdüğünü hissediyorum bir kaç mısra daha söyledikçe. Mutluluğu hissediyorum, mutluyum diyorum içimden. Gözlerimin küçülüyor... Bir anda pat diye bir yaş düşüyor yanakta hiç durmadan.

Hayda... Oğlum daha şimdi mutluyuz dedik, bu yaş ne şimdi? Ulan ağlıyorum ama bu sefer ki öyle iç çeke çeke değil. Öyle güzel ki mutluluk gözyaşları. Sigaram da devam ediyor o sırada. Fırt fırt çekiyorum daha büyük. Uzun bir aradan sonra ilk kez içimde böyle güzellik hissediyorum. Hani ananen evinin cam kenarına küçük bir saksı da çiçek ekmiştir. Bir tane rengi vardır ya, sen dokunma diye hep uzak tutar seni ondan. Camın kenarında durur, hiç konuşmaz öylece yolu izler. Sanki geleni gideni haber eder eve. Ananem gibi oldum bir an. Mutlu oldum oğlum içimde ki minicik bir renk için. Dayanamadım bastım çığlığı...

"BÜTÜN ŞAİRLER AŞKLARI İLE ÖLDÜLER"

Atmışım sigarayı elimden, Fidel Castro görse gözleri dolar. O cinsten kaldırmışım iki elimi havaya ve koca istanbul sığmış iki avucumun arasına. Normalde böyle bir sahne filmde olsa arkadan duygusal bir fon müziği ve birazcık filtre ile sağlamlaşır sahne ama, biz de öyle olmadı. Ben bağırınca bir ses koptu arkadan.

- Duymazlar.

Diye seslendi birisi. Döndüm baktım siyah bereli, kirli sakallı bir adam oturmuş arka bankta bana bakıyor. Nezaketen sorulması gerek ama hiç tenezzül etmedim çünkü bizden başka kimse yoktu o an.

- Ben söyledim ya yetti.

dedim.

- Yetmez...

Sıcak bir barınak tadı vardı adamda. Herhalde o da sarhoş diye kan çekti bilmiyorum ama, uzatmadım gittim oturdum yanına.

- Şarap içer misin? diye sordu.

Canım içmek istiyor ama şimdi adamın şişesinden dönsek ne biliyim biraz sıkıntı olur gibi düşüncelere girmeye başlarken adam çıkardı bir tane plastik bardak şarap dolduruyor. Bir gülme geldi bana.

- Birisini mi bekliyordun?
- Buralarda acılı çok olur?
- Sen hep burada mısın?
- Sayılır.
- Senin acın çok büyük herhalde.
- Senin acın ne?
- Ne biliyim gençlik işte. Takıldık bir şiirin peşine ölümü bekliyoruz.
- Yaşamıyor musun yani?

Bu soruyu sordu ama, başka bir mana vardı. Direk açıldı o an kafam. İzin vermedim biraz daha içtim şaraptan.

- Yaşıyoruz ya işte.
- Sigaran var mı?

Hiç cevap vermedim. Çıkardım cebimden paketi ikram ettim. Aldı, yaktı. Ben de eşlik ettim. İlk dumanını çekti havaya doğru üfledi. Çevirdi kafasını bana doğru bu sefer o da gülmeye başladı.

- Ulan ne güzel adamsın lan sen.
- Teşekkür ederim.
- Ne derdin varsa anlat. Çok kişi gelir buraya çok hikaye dinledim ben. Sabaha bir şey hatırlamam ama, sen anlat rahatlarsın. İçinde kalmasın.

Babacan bir tavır hissettim adamda;

- Bir kız vardı...

Diye girdim meseleye ama ben ilk cümlemi söylemeden ufaktan bir güldü. Bozuntuya vermedim devam ettim.

Başladım anlatıyorum hikayeyi, anlatıyorum ama bir yandan da rahatlıyorum. Şöyle oldu böyle oldu. Kızmam gereken yerlerde durumu biraz daha abartıyorum. Nasıl oluyorsa anlıyor adam.

- Abartma düzgün anlat.

Diyor...

Neyse öyle böyle anlattım ben hikayeyi. Anlattım ama içimde güzel bir keman çalmaya başladı.
Bizim ağabey hikayenin bittiğini anlayınca şöyle bir doğruldu bankın üzerinde.

- Ne istiyorsan onu yap

Dedi...

Bu sefer de bana bir gülme geldi. O kadar anlattım tavsiyen bu mu dedim?

- Ben ne söylesem, sen yine istediğini yapacaksın. Çünkü çok aşıksın oğlum sen dedi.

Dakikalardır tuttuğum yüreğime bir liman çarptı sanki, bir yumruk oturdu. Ağlamak geldi içimden ama adamın yanında delikanlılığımız dan ödün vermiyoruz. Elini koydu sırtıma doğru. Garip bir güven hissi geldi içime. Orada olduğumdan beri ilk kez böyle ısındığımı hissettim. Ben de döndüm gülümsedim.

- Yaşıyor musun? dedi.
- Yaşamak lazım bir şekilde
- Bir sigaran daha var mı?

Tam elimi cebime attım. Adamın kolu çarptı elime. Ulan nasıl soğuk adam var ya. İçim cız etti. Bir vicdan başladı ben de, kaç dakikadır kitliyorum adamı oraya derdimi anlatıyorum. Adam ayıp olmasın diye ses etmiyor ama donmuş soğuktan. Çaktırmadan sormak istedim;

- Üşüyor musun?
- Geçer birazdan.

Hiç tartışmaya girmeden ayağa kalktım. Montumun içinde ince bir polar vardı. Montumu çıkardım, poları çıkardım uzattım adama.

- Al giy bunu, senin olsun.
- Eyvallah

Adam kalktı ayağa denedi üstüne. Birazcık küçük geldi. Kollarını çekti, aşağıdan çekiştirdi ama bir türlü olmadı. En sonunda mennuniyetsiz kaldı çıkardı üstünden.

- Al kardeşim. Olmadı bu bana.
- Olsun dursun sen de, sıcak tutar en azından

Dedim. Ve hayatımın en büyük tokadını o an yedim işte. Ben olsaydım bir başkası verseydi, "Dursun kenarda" derdim ve belki de ömür boyu hiç giymezdim. Aç gözlülüğün kölesi olmuş hayatımızın bize verdiği alışkanlıktır bu işte. Ne güldü ne somurttu.

- Yok olmaz. Sen bunu benden küçük birisine ver. Ona tam olur, benim keyfim burada yerinde. Kimsenin hakkını yemeyelim...

Aldım elime ama, giyesim yoktu. Öyle kaldı elimde... O efkar kokan deniz vardı ya, bir ona baktım, bir elime. Acım neydi benim diye geçirdim bir an içimden? Bu sefer gözlerim kalmadı ama içim burkuldu, kırış kırış oldu kalbim. Keşke dedim keşke o an bir kez daha sorsaydı.

- Yaşıyor musun?

İki elimi açardım yine, koşardım denize doğru.

- Yaşamamışım. Hiç yaşamamışım...

Derdim...

Çok yaşayın, siz de görün...