1 Kasım 2017 Çarşamba

Elma soyayım mı? Yer misin?

- Erken gelmişsin
- Soğuktu hava. Çok durmak istemedim.
- Üşüyor musun?
- Çocukmuşum gibi davranma bana.
- Ne alaka ağabey, üşüyor musun diye sordum.
- Üşürsem bulurum bir çaresini. Sen kendini düşün.
- Bir şey ister misin ağabey?
- Oğlum git başımdan.

Huysuzluğu tuttu yine dedim o yüzden ses etmedim daha fazla, mutfağa gittim. Evimizin parkeleri olmadığından olsa gerek şu mermerler soğuğu hasret bir sevgili gibi tuttu mu bırakmıyor. Gerçi soğuk mermerlerden mi? Yoksa benim kanım mı yavaş yavaş donuyor tam kestiremiyorum ama, suçu mermerlere atmak nedense içimi rahatlatıyor. Gerçi babam 2007 senesinde şu parkelerin ilk işportaya düştüğü zaman bir ara niyetlenmişti ama ne garip ömrü yetmedi. Annemin ayakları üşümesin dermiş. Ne tuhaf insanoğlu, bazen ayaklarının üşümesini bir çok şeyin yerine tercih edebiliyor. Üşürdük belki ama, en azından herhangi bir Acun programında babamla tartışabilir, benim yarışmacım onun yarışmacısını elediği zaman evde sevinç ateşleri yakabilirdik, ısınırdık. 

Abimi babama çok benzetirim. Çok konuşmaz. Daha doğrusu gerekmedikçe cümle kurmayı, iletişim kurmayı tercih etmeyen yapıları var. Babamın vardı, abimin hala var. 

- Mercimek çorbası yapacağım. İçer miyiz?
- Pizza söylemesi daha kolay
- Midemi yakıyor ağabey.
- Benim de canımı yakıyor.
- Neden her şeyi böyle düşünüyorsun?
- Neden yaptığını bilmiyorum sanki
- Ağabey yapma! Sadece bir şeylerin iyi olmasını sağlamaya çalışıyorum.
- Süreyi uzatmaya çalışıyorsun işte.
- Ağabey...

Babam bir gece yarısı öldü. Bir tek anneme söylemiş. "Kendimi kötü hissediyorum. Sanırım Nalan, sanırım..." demiş. Annem o gece hiç uyumamış. Biz üzülmeyelim paniklemeyelim diye bize bir şey söylememiş ama hatırlıyorum sürekli hıçkırık sesi geliyordu annemin tarafından. Zaten o geceden önce son bir kaç ay doktorlar evimizin kirasına ortak olacak sık gelirdi bize. İlaçlar, egzersizler, tüpler, hortumlar, kablolar, havalar, yaşamlar... Bir sabah hepsini temizlemek zorunda kalacağımızı biliyorduk. Ama insanın babasına Hoşça kal diyememesi nasıl bir duygu olur bilemiyorduk. Herhalde vardır dedik bunun bir raconu öyle yaparız. Babam giyer 96 Cardin serisini, sıkar şu dolaptan hiç eksiltmediği gül suyunu. Bir sarılır bize, bir sarmalar. Sonra gider diye düşünürdüm hep. Öyle olmuyormuş. Bir sabah uyanmadan gitti babam. Annem o gece uyuduğunu sabah bütün dertlerimizin tekrar devam edeceğini düşünmüş ama sabah hiç bir derdimiz kalmamıştı. Artık nefes aldığımız sürece yaşayacağımız bir acımız vardı. Babamız ölmüştü. Ne kadar kolay yazılıyor değil mi? Babam öldü...

- Akşam sahile inmek ister misin ağabey?
- Soğuk diyorum oğlum.
- Kalın giyiniriz be ağabey.
- Yoruluyorum.
- Maaşım yattı bugün. Ağabeyime bir kıyak yapmayım mı?
- Cebinde dursun lazım olur.
- Bu gece lazım oldu işte
- Olum harcama boş yere
- Boş yere değil be ağabey. Şarap alırım. Hem de şu sevdiğin Corvus Corpus şaraplarından. 2006 basımı vardır kesin.
- Soğukta keyif vermiyor.
- Eski kaşar alırım bir de yanına. Seversin sen?
- İyi lan tamam ama çok durmam
- Tamam be ağabey geliriz hemen.

Abim iki ay önce işi bıraktı. Evde durmakta ona çok iyi gelmiyor. Ben kazanıyorum iki aydır bir şeyler yetiyor bize. Ufak ufak alış veriş yapıyoruz. Daha doğrusu ben yapıyorum ben yiyorum hepsini. Abim ilaç içiyor sadece. İlaçlarda midesini delmesin diye bazen Lansor bazen muz. Babamı 7 yıl önce kaybettik. 7 yılda ne değişti hayatımızda diye merak ettiğim zamanlar sadece dinmekte olan bir acı diyebiliyorum. İnsan ölüme nasıl kolay alışabiliyor. Fakat düşününce ölüm ile aramı bir türlü düzeltemediğim tek nokta onun nankörlüğü. Küçükken ufacık bir diş ağrım da bile gece uykusundan kalkıp beni saatlerce kucağında gezdiren bir adamın, ölüm kapısını çaldığı zaman. Bir dakika sevgili ölüm; şu an dokunduğun benim babam diyemiyorsun. 

- Oğlum soğuk dedim işte sana.
- Biraz yürüyünce açılırız ağabey.
- Bilseydim taytımı giyerdim, daha iyi ısıtır.
- Tüh! Bak bende söylemeyi unuttum. Hem daha şık dururdu.
- Çok durmam ben. Baştan söylüyorum sonra caz yapma bana.
- Tamam ağabey dur ya bir hava almaya çıktık.

Babam bir keresinde denize götürmüştü bizi. Abim büyük olduğu için ona kolluk almamışlardı. Öyle doğrudan suya attı babam onu. Abim su ile boğuşurken babamı izliyordum. Öylesine mutluydu ki, insan hiç çocuğuna böylesi acı çektirirken mutlu olabilir mi diye düşünmüştüm. Çocukluk aklı işte. Sonra abimin boğuşmaları gittikçe büyüdü. Babamın da kahkahası... Abime kötülük yapıyor sanmıştım. Abim bir ara artık son nefeslerini kullanıyordu işte o an babam tek eliyle onu bir anda denizden çıkartıp göğsüne aldı. Abim babamın göğsünde yaşama yeniden tutunmuş bir insan gibi nefes alırken babamın abime bakışını gördüm. Saçlarından öpüyordu, kollarını sıkıyor ve genital bölgesini eliyle sıkmaya başlamıştı. Abim kendine gelmeye başladığı zaman o da gülmeye başladı. Denizin ortasında sarıldılar birlikte nefes aldılar. O an anlamıştım babamın bize neleri nasıl öğretmek istediğini. Ben de babamı mutlu etmek istemiştim. Karpuzu bırakıp denize koştum. Babamların oraya doğru koşarken bir anda ayaklarımdan kumlar gitti. Gözüm döndü bir şeyler oldu ama bir kaç saniye sonra babamın bir omzunda ben diğer omzunda abim vardı. Öyle kara çıkarken abimle birbirimize bakıp gülümsüyorduk.

- Şu ışıkları görüyor musun ağabey?
- Evet
- Ne garip değil mi? Her ışığın kim bilir ne dertler var.
- Bende tek dertli biz sanmıştım.
- Bak bu gece karton bardak yok. Evden kadeh getirdim.
- Özel bir şeyimi kutluyoruz?
- Özen gösterelim istediğim be ağabey. Ne o öyle karton bardakta tatsız, keyifsiz. Azıcık şerefe yapalım ses çıksın.
- Mumları unuttun mu?
- Mumları unuttum ama bak ne getirdim?
- Ne?
- Sen seversin.
- Oğlum evden buraya elmamı taşıdın ya. Hasta mısın sen?
- Yapma ağabey. Annem sana ne zaman elma getirse. "Bakalım dişlerimden kan çıkacak mı?" diye sevinir ve kaplan gibi yerdin.
- Çok üşüdüm ben eve geçiyorum.
- Dur ağabey ne dedik ya.
- Üşüdüm ben.
- Ağabey dur ya ne oldu?
- Eve gidiyorum.
- Bir yudum bile bir şey içmedik daha şimdi geldik.
- Tamam üşüdüm eve gidiyorum.
- Başka bir şey var ağabey.
- Tadım yok.
- Elma?
- Git başımdan ya.
- Dur bekle bende geleyim.

Uzun dalı olan bir sigara içerdi babam. Ne zaman evin içinde yaksa annem isyan eder, "Şu zıkkımı içme şurada" derdi. Babam da iyi bir şeymiş gibi "Sen de yak bir tane karşılıklı cigara keyfi yapalım" derdi. Annem sinirle mutfağa gider etrafı havalandırırdı. Abim liseye giderken bir gün cebinde sigara paketi bulmuşlar. O da klasik arkadaşım koydu demiş. Babam sen bir gün bunu takip et. Okula giderken kenarda bir apartmanın boşluğunda sigara içtiğini gör. Abim akşam eve geldiğinde babam durumu ilk başta çaktırmadı. Arkadaşına verdin mi sigarayı dedi. Abim de saf tabii. Verdim baba dedi. Arkadaşının yerinede sen içiyorsun herhalde deyince evde bir kıyamet koptu gitti. Abim 4 ay önce sigarayı bıraktı. İnsan bazen en büyük kavgalarının tutkularını sırf kendisi için vazgeçer hale geliyor. Bunu yakından görmek çok acı. 

- Ne bu ya peşinden koşturuyorsun?
- Sana gel diyen mi oldu oğlum otursaydın sen
- Tek başıma ne yapayım ya
- Şarap iç
- Huysuzluğun üzerinde işte. Neden böyle yapıyorsun?
- Ne yapıyorum oğlum ben.
- Hiç bir şeyi umursamıyorsun ağabey. Görmüyorum mu sanıyorsun? Senin için bir şeyler yapmaya çalışıyorum, çabalıyorum ama sen kendine yaptığın gibi beni de görmezden geliyorsun.
- Yapma bir şey.
- Ya nasıl yapma ya. Sen benim ağabeyimsin. Canım acıyor lan. Seni böyle gördükçe içime bir şey oturuyormuş gibi oluyor. Kaldıramıyorum ağabey. Sen de hiç yardım etmiyorsun biz böyle yapmazdık ağabey, böyle yapmadık hiç. Ya ben gözlerimin önünde ağabeyimi kaybediyorum lan. Benim ağabeyim ölüyor.
- Ben yatıyorum. İyi geceler.

O an abimin bakışı bana birisini hatırlattı. Tanıdık bir çift göz. Abimin babama en çok benzediği andı o an. Odasına gitti kapıyı kapattı. Anladım. Soğuk mermerler yüzünden değilmiş. İçimde ölmeyi bekleyen organlar varmış. Ölümü bu kadar kolay ağzıma alamadıkça yaşamışlar. Ama abimin yüzüne bakarken ölüm dedim ya, ben de ölmüşüm orada.

- Kızdın mı bana?
- Hayır
- Ağabey valla tutamadım kendimi bir an. İçim kötü ya iyi değilim ben abi.
- Tugay
- Efendim ağabey?
- Kendimi kötü hissediyorum. Sanırım Tugay, sanırım.
- O ne demek ağabey? Deme öyle be. Öyle denmez ağabey. O nasıl laf. Sen şey yaparsın ağabey. Şey yaparız yani şimdi uyuruz uyanırız sabah kahvaltı yaparız ağabey. Hem ben yarın şey de alacağım hani bu şeyler var sen seversin işte. Müzik dinleriz. Şey yaparız ağabey. Kötü olma sen, deme öyle. Ben yapamam yani biliyorum biraz bencillik gibi duruyor ama, ben kaldıramam ağabey. Tamam kızdın bana biliyordum. Kız, bağır hatta ben gideyim şimdi sen tek kal. Tamam gelmem üstüne ama sen deme öyle ağabey. Deme ne olur.
- Tugay...
- Elma soyayım mı ağabey? Yer misin?

Sabah abimi kaybettim. Herhalde babama giderken bize bıraktığı tek miras bu olduğu için kızgın olduğum tek konudur. Sen gidiyorsun kanatlarımdan birisini kırıyorsun da, neden abimide peşinden sürüklüyorsun be adam. Benim abim öldü. Şimdi mahallede güzel bir kızdan hoşlansam ve o kızın abisi varsa, ben yalnız mıyım? Mahalle maçında abim geldiği zaman joker oyuncu diye sevinemeyecek miyim? İnsan abisi ölünce ne yapar bilmiyorum. Babası ölünce işe giriyor, çalışıyor, evin erkeği oluyor ama, abisi ölünce ne oluyor onu bilmiyorum. Alışmaya çalıştığım ama alışamadığım tek acım bu. Manavlardan korkuyorum. Ne zaman bir elma görsem gözümde vahşi bir kaplan canlanıyor.